PETER PAN SENDROMU- Büyüyemeyen Yetişkinler..
Masallar, öyküler, efsaneler, mitler… Kâh çocukluğumuzda kâh yetişkinliğimizde hayal dünyamızın vazgeçilmez eşlikçileri. Mistik insan-dışı yaratıklar olsun, mistik güçleri olan insanlar olsun; tüm renkleriyle ve şekilleriyle kurgunun insanlığı hem çok yakınından hem de çok uzağından anlattığı, aynı zamanda her bakımıyla insanlığın ta kendisinin eseri olduğu düşünülebilir. Kurguyla gerçeğin arasındaki ilişkinin iç içeliği öylesine karmaşıktır ki sanatın mı hayatı, hayatın mı sanatı taklit ettiği sorusu her zaman yanıt bulamayabilir.
Kurgunun gerçeği açıklamaya esin vermesinin ilk akla gelecek örneklerinden biri elbet ki Freud’un teorik çerçevesinde görülebilecek yoğun Yunan mitolojisi etkisidir (ki bunu da Carl Gustav Jung’ a borçlu olduğu söylenir). Başka bir örneği de ismini Shakespeare’in oyununda kıskançlıktan dolayı eşini öldüren bir karakterden alan, patolojik kıskançlığı tanımlayan Othello sendromunda görmek mümkündür. Karmaşık ve trajedi dolu hikayelerin, heybetli Yunan tanrılarının bir esin kaynağı olarak görülmesi kulağa oldukça doğal geliyor değil mi? Peki ya, küçüklerin ve büyüklerin, herkesin gözünde oldukça masum, sevimli ve zararsız görünen küçük bir kahramanın da derin ve karmaşık bir konsepte esin kaynağı olduğunu düşünebiliyor musunuz?
Kurgudan Gerçeğe Bir Yansıma: Peter Pan Sendromu
Psikolog Dan Kiley, Peter Pan Sendromu olgusunu öne sürerken bu soruya evet cevabı vermiş olmalı. Peter Pan denilince çoğunluğumuzun aklına masumiyeti, çocuksu bir ruhu, hayalperestliği çağrıştıran küçük bir yarı insan, yarı peri geliyor değil mi? Peter Pan, ilk bakışta masum bir çocukluk fantezisini, tüm dileklerin gerçekleşebileceği bir evreni ve sonsuz çocukluğu anlatan sevimli bir hikâye olarak görülebilir ve hatta bu temalar bizlerin kalbini ısıtıyor bile olabilir. Fakat hikâyenin tüm bu yanlarına farklı bir bakış atıldığında aynı temaların büyümenin inatçı bir reddini, kendinin ve başkalarının sorumluluğunu üstlenmeye dair yoğun bir korkuyu, çocuksu arzulara sıkışıp kalmış, birçok yandan kırılgan ve güçsüz bir benliği de ortaya koyduğunu düşünebilir misiniz? Mistik, sihirli ve parlak madalyonun arka yüzü, zifiri karanlık olabilir mi?
Bu soruya evet cevabını veren Kiley, PPS’nin her şeyi ertelemenin ciddi bir seviyeye geçmesine bağlı bir sorumsuzluk, içten sevgi ve kabullenmenin eksikliğinin yaşandığı bir aile yaşantısından gelen yoğun bir kaygı, sürekli arayışında olunmasına rağmen bir türlü hiçbir yere ait hissedememenin getirdiği derin bir yalnızlık hissi ile karakterize edildiğini öne sürmüştür.
Kiley, PPS’yi genellikle sosyoekonomik bakımdan orta-üst sınıf olarak görülebilecek ailelerin erkek çocuklarının deneyimlediği bir durum olarak tanımlamıştır. Kiley’e göre orta-üst sınıf ailelerin çocukları, hayatta kalmaya dair barınma, yiyecek gibi temel ihtiyaçlar ile ilgili hiç sorun çekmedikleri için sorumluluk üstlenmeyi öğrenememişlerdir. Ayrıca temel ihtiyaçlar konusunda sıkıntı çekmemek, bu olanakların kıymetini bilmemeyi ve sürekli zevkin ve eğlencenin peşinde koşmayı benimsemelerine yol açabileceğini düşünmektedir.
Kiley, PPS’de söz konusu olan başka bir durumu ise “sihirli düşünme” olarak tanımlamıştır. Bu sendromu yaşayan kişiler; kendileri, hayatları ya da başkaları ile ilgili olumsuz görülebilecek durumlar ile yüzleşip, yüzleşme sonucu olası çözüm veya gelişim noktalarını aramazlar. Bunun yerine olumsuzluklara karşı görmezden gelme, inkâr gibi savunmaların rol oynadığı bir “sihirli düşünme” söz konusudur. Bu sihirli düşünme, sendromun ilerleyen evrelerinde kişinin gerçeklikten uzaklaşması, kendi fantezilerinin içinde hapis kalması ile narsisizmin de ortaya çıkışına sebep olabilecektir. Narsisizm, PPS’de yaşanan özgüvensizliğin başkalarına yansıtılması ve yüklenmesidir. PPS yaşayan kişi başarısızlıklarını, eksikliklerini, hatalarını üstlenmez ve başkalarına yansıtabilir.
Tüm bu semptomları ve PPS anlatısını göz önünde bulundurarak, PPS’nin kişide ruhsal ve bedensel bakımından uyumsuz, iki farklı tablo ortaya koyduğunu düşünebiliriz. Bu sendromun artık olunamayacak çocuk ve dönüşülmek istenmeyen yetişkin arasında takılı kalmışlığı anlattığını öne sürebiliriz.
Peter Pan Sendromu: Bu Kavram Başka Neler Anlatıyor Olabilir?
Etrafınızdakilerin “çocuk gibi” davrandığını düşündüğünüz zamanlar oldu mu? Peki, sizin için neyin “çocukluğu” neyin “yetişkinliği” ifade ettiğini hiç irdelediğiniz oldu mu? Peki ya “olgunluk” ne demek? Peki tüm bu kavramların ifade ettiği şey nedir?
Tüm bu kavramlar, yaşamın ilerleyişinin ve zamanın geçişinin bedenimize etkisinden öte elbet ki ruhsallığımıza etkisini de ifade ediyor olmalı. Bir anda karmakarışık ve hiçbir şeyin bir anlam ifade etmediği bir dünyaya doğan bir bebekken; çalışan, çabalayan, oldukça kompleks düşünebilen ve hatta tıpkı kendilerinin bir zamanlar olduğu gibi dünyaya tamamen yabancı başka bir bebeği de dünyayla tanıştırabilen bireylere dönüşmek… Bu durum, her ne kadar yaşam döngüsünün çok doğal bir parçası gibi görünse de aslında birçok bakımdan büyüleyici olabilecek ve her birey için tamamen farklı zorlukları, kolaylıkları, duyguları ve yaşantıları barındırabilecek eşsiz bir hikâyenin yazılması değil de nedir?
Elbet ki bu hikayelerin en mühim ve belki en sallantılı kısımlarından biri, hayatta kalmak için bir başkasına birçok bakımdan muhtaç olan çocuğun bağımsız fakat kopuk olmayan, kendine yetebilen ve dünyaya bu şekilde uyum sağlayabilen bir yetişkine dönüştüğü kısımdır. Bu dönüşümün temellerinin ergenlikte atıldığını söylemek mümkündür. Ergenlik, bedensel ve ruhsal değişimlerin hakimiyetinin söz konusu olduğu bir dönemdir.Bu değişimlerin ritmiyle aynı dansı edebilecek güçte bir karakteri oluşturabilmenin ve besleyebilmenin ise birçok zorluk dolu yanı mevcuttur.
Ergenlik, şüphesiz ki bu “erme” sürecinin çok önemli bir parçasıdır. Ergenlikte aslında kendimizi yeniden inşa ederiz; ebeveynlerimize, ya da düzene karşı isyan ederek de olsa, günlüğümüze çok mu çok yoğun duygularımızı, belki nefretimizi belki aşkımızı yazarak da olsa. Birçoğumuz ergenlik anılarımıza geri dönüp baktığımızda, düşüncelerimizi, hareketlerimizi, söylemlerimizi beğenmeyebilir ve hatta utanç verici bulabiliriz. Fakat tüm bu utanç verici davranışlar, aslında ergenlik zamanımızda “yeni bir ben”i keşfetmemiz için gerekli bir konumdadır. Aslında “Ben kimim? Neden buradayım? Ne yapmak istiyorum?” ve benzeri sorulara kesin ve değişmeyecek bir cevap bulabilmek oldukça zordur. Bu durum, farklı deneyimler ve farklı kişiliklerin kendimize uygunluğunun testini beraberinde getirerek ergenliğin doğası gereği çalkantılı bir dönem olması durumunu ortaya çıkarır.
Peter Pan Sendromu: Ruhsal Duraksama
Blos , uzatılmış ergenlikte olası olarak ebeveynler tarafından kişiye çocukluktan itibaren yüklenmiş olan oldukça yüksek beklentilerin söz konusu olduğunu, ve kişinin de bu beklentileri beslemeye devam ettiğini öne sürmektedir. Bu yüksek beklentiler, kişinin kendini değerlendirme biçiminin narsistik bir boyutunun olduğuna işaret ediyor olabilir. Bundan dolayı kişi, başarısızlıkları gözler önünde olsa dahi başarısızlıklarını göremeyecektir. Kişi, kendisi için kendi standartlarını oluşturamamış ve dolayısıyla kendisini ebeveynlerinin birçok bakımdan gerçekçi olmayabilecek standartlarını reddetmeyi başaramamıştır. Ki bu durum, yaşamı hiçbir zaman ulaşılamayacak bir varış noktası olan bir yarışa dönüştürebilir.
Buradan yola çıkarak hayat amacı ve hedefleri belirsiz kalmış; kendi duyguları ve düşünceleri ile bağı bir şekilde kopmuş bir kişinin PPS yaşıyor olabileceğini düşünebiliriz. Kişinin hayat amacını tanımlayabilmesi için belki de atması gereken en temel adımlar; kim olduğunu, isteklerini, arzularını, duygularını tanımlayabilmesi ve tanıyabilmesidir. Peter Pan Sendromunda ise bu sorular ertelenir de ertelenir, cevaplar aktif bir biçimde aranmaz. Kişi, ergenlik problemlerinin kapanında kısılı kalmıştır ve ileriye doğru adımlar atamaz. Kişi, başarısızlık veya kendini ifade edememe gibi durumlara belirtilen şekillerde bahane bulabilir ve görmezden gelebilir. Bunun üzerine kişinin kendine bir problemi olduğunu, hayatından memnun olmadığını ve bir şeylerin eksik olduğunu dürüstçe itiraf etmesinin de oldukça zor olabileceğini düşünebiliriz.
Peter PanSendromunu yaşayan kişilerin; yaşamda arzu ettikleri pozisyonu alamama, hiçbir yere ait hissedememe ve belki de çok yoğun bir ajitasyon içerisinde olma gibi durumları olsa dahi tüm bu olumsuz duygulanımların çok yoğun bir bastırma altında kaldığını düşünebiliriz. Kişi, bir problem yaşadığının farkındalığına varamamakta, özünde ergenlik dönemine ait problemleri zaten bu farkındalığa sahip olamayışı üzerine hem yaşamakta hem de yaşayamamaktadır.
Sonuç olarak, PSS’nin ergenlikte takılı kalmış olmaya, yetişkinliğe geçişin başarılamamasına dair bir sendrom olduğunu öne sürebiliriz Gelişim; korkutucu buhranlar, başarısızlıklar, gerilemeler ile birlikte gurur uyandırıcı başarılar, mutluluklar ve ilerlemeleri de içeren bir süreç olabilir. Bazen ilerlemek hem gerilemeyi hem de geride bırakabilmeyi gerektirebilir. Eninde sonunda tüm değişimlerin, gelişimlerin korkutucu yanlarının; takılı kalma ve ilerleyememenin statikliği karşısında uzun vadede daha az korkutucu olduğunu düşündüğümüzde ise, kendimiz üzerine çalışmanın ve gerektiğinde psikoterapi desteği almanın sağlıklı bir yaşam ve gelişim için önemini anlayabiliriz.
Kaynakça:
Blos, P. (1954). Prolonged adolescence: The formulation of a syndrome and its therapeutic implications. American Journal of Orthopsychiatry, 24(4), 733.
Blos, P. (1967). The second individuation process of adolescence. The psychoanalytic study of the child, 22(1), 162-186.
Kiley, D. (1983). The Peter Pan syndrome: Men who never grow up. New York: Dodd, Mead & Company.
Vanier, A. (2001). Some remarks on adolescence with particular reference to Winnicott and Lacan. The Psychoanalytic Quarterly, 70(3), 579-597.
West, L. J. (1968). The Othello syndrome. Contemporary Psychoanalysis, 4(2), 103-110.
Bir cevap yazın