11-man (Bir çocuğun süper kahramanı)
Her zamanki gibi bilgisayara gömülmüştü çocuk, tıkır tıkır tuşlara basıyordu. BAAAM GÜÜÜÜM!! HEAD SHOOOT!!!
Kaybetmeye tahammülü yoktu. Sinirle gömdü kafasını klavyeye. Hızlı hızlı nefes alıp veriyordu. Biraz sakinleşip kafasını kaldırınca kapıda bir karartı gördü.
Çocuk : Kim var orda ?
…
Çocuk : Hey !?
TA TA TA DAAAAAAAAM!
11man : Merhaba !
Çocuk : Sen de kimsin, ne işin var burada ?
11man : Ben <onbir-man>, beni sen çağırdın.
Çocuk : Ben mi? Ben kimseyi çağırmadım.
(11man çocuğun eline yapıştı, bilgisayarın başından kaldırdı, odanın kapısına yöneldiler)
11m : Hadi gel anlatırım sonra.. Biliyor musun sen bebekken ilk yürüdüğünde bu odanın kapısından daire kapısına doğru 11 adım atmıştın.
Ç : hıı hıı.. Ablam söylemişti.
11m : Nereye gidelim, neler yapalım ?
Ç : Bi yere gitmicem ben, counter oynuyorum, oyunumun yarım kaldı.
11m : Peki öyleyse, sen seçmiyorsan bugün bana tabiisin, ben nereye dersem oraya.
( Apartmandan çıkıp yürümeye başladılar. Uzak komşuları Gülay teyzenin evinin yanından geçtiler, annesiyle her çarşamba buraya hanımlar sohbetine gelirlerdi. Daha sonra semt pazarını boydan boya geçtiler, her pazar günü annesiyle beraber giderdi pazara. Çocuk bir süredir bu yollardan geçmemişti, sadece evden okula, okuldan eve tek bir güzergahta ara sokaklardan gidip geliyordu. İçi daraldı. Eve dönüp bilgisayarının başına oturmak istiyordu. Bunu fark eden 11man fıkralarla, bilmecelerle çocuğun dikkatini bu konulardan biraz uzaklaştırmayı başardı. Bowling oynadılar, lunaparka gittiler. Başlarda çocuk eğlenirken , bir süre sonra lunaparktaki her çocuğun yanında annesiyle olduğunu fark etti. Koşar adım lunaparktan dışarı çıktı. Bir kenara oturdu ve ağlayarak kara kara düşüncelere daldı.)
11m : Heey dur, nereye gidiyorsun !? Yapma böyle dostum, hadi eğleniyorduk ama..
Ç : Ne eğlenmesi ! Eğlendiğim falan yok benim, zorla getirdin beni buralara. Eğlenecek durumda mıyım ben, halimi biliyormuş gibi peşine taktın beni, ben eve gidiyorum !
11m : Hop hop dur bakalım. Gel otur şöyle konuşalım biraz. Biliyorum tabi neye üzüldüğünü. Ç : Nereden bileceksin !
11m : Ben seni çok iyi tanıyorum, inanmıyor musun ? Evdeyken ilk yürümenden, on bir adım attığından bahsettim ya, seni tanımasam nerden bileyim. Bak çocuk dinle beni…
( 11man çocuğa herkesin bir gün ölebileceğinden, annesi ölen tek kişi olmadığından, cennette buluşabileceklerinden, şimdilik annesiyle ayrılmış olsa bile babasının ve kardeşlerinin yanında olduğundan bahsetti. )
Ç : Sen de herkes gibi aynı lafları tekrarlıyorsun, ben de bir şey söyliceksin sandım, oturdum seni dinliyorum !
11m : Tamam öyleyse hadi gidiyoruz.
Ç : Nereye yine, gelmiyorum ben.
11m : Öyle değil, benim süper gücümle gideceğiz.
Ç :Süper güç mü?
11m : Tabi ya. Hadi arkama geç, bir elinle pelerinimi sıkıca tut. Gözlerini kapatıp 11 adım koşacağız, merak etme benim gözlerim açık, düşmezsin.
…
11m : Tamam açabilirsin gözlerini.
Ç : Vay canına, neredeyiz biz, lunaparkta değil miydik ? Işınlandık mı şimdi ?
11m : Benimle beraber attığın onbir adım bildiğin adımlardan çok daha fazlasıdır. Süper gücüm bu benim. Gel bakalım etrafı gezelim biraz.
( 11man çocuğu bir yetimhaneye getirmişti. Buradaki çocukları gösterdi, yine hem anne hem babanın olmamasının ne kadar daha kötü bir şey olduğundan buradaki çocukların ne koşullarda yaşadıdıklarından bahsetti.Çocuk, buradakiler için biraz üzülmüştü ama yine de kendisiyle ilgli bir çıkarım yapmıyordu, kendi acısını yok etmiyordu ki burada gördükleri..)
Ç : Ee ? Nolmuş yani ? Benim iyi olacağım anlamına mı geliyor bu ? Hem geçen internette gördüm. Anne-babası çocukken ölenler ilerde çok kötü oluyormuş, hiçbir şeyi başaramıyorlarmış. Hatta psikopat diye kötü bir şey oluyorlarmış.
( Bu şekilde bir yere varamayacağını anlayan 11man daha farklı ve olağanüstü şeyler göstermesi gerektiğini farketti )
11m : Tutun bakalım pelerine, bu sefer farklı bir yolculuğa çıkacağız. Kapat gözlerini hadi koşalım onbir adım.
( Miladi 578 yılı, Mekke’nin kenar mahallesinde bir sokak.. )
Ç : Neredeyiz ? Aaa! Ne yapıyor bu çocuklar, ne değişik bi oyun bu böyle ? Hiç bizim oynadığımız oyunlara benzemiyor.
11m : Ne güzel eğleniyorlar ama değil mi ? Ama ben onları değil başka bir şeyi göstermeye getirdim seni. Bak şu ilerdeki develerin arkasında, ağacın altında oturan bir çocuk var. Ufak tefek bir şey 6-7 yaşlarında..
Ç : Eveet, gördüm. O neden arkadaşlarıyla oynamıyor. Hem de ağlıyor galiba. Oyuna mı almadılar acaba ?
11m : Yok ondan değil. Annesi yakın zamanda vefat etti o çocuğun. Babası da daha o doğmadan ölmüştü. Senin demene göre daha da mutlu olamaz bu çocuk, hem de hiçbir şey başaramaz ilerde di mi ?
Ç : Öyle tabi, annesi babası ölmüş daha ne olabilir ki, daha da bir şey yapamaz.
11m : O kadar emin olma, hem sen o çocuğu tanıyorsun hem de çok seviyorsun.
Ç : Yoo tanımıyorum, hayatımda ilk defa görüyorum.
11m : Görmeden tanımış, görmeden sevmiştin onu, annen ve baban da çok sevdiklerinden sana onun adını vermişlerdi. Evet o çocuğun adı Muhammed.
Ç : Muhammed mi ? Yanılıyorsun, annem babam peygamberimizin ismi diye koymuşlar benim adımı, hem o çocuk benden küçük, nasıl versinler onun adını.
11m : Bu sefer zamanda yolculuk yaptık desem peki sana ? Ç : Zamanda yolculuk mu ? Bİ dakika.. Yoksa bu çocuk.. ?
11m : Evet düşündüğün gibi. 578 yılındayız, tam 1430 sene geriye geldik zamanda. Ama burada çok duramayız hadi dönelim yolda konuşuruz.. Şimdi sen, annesi babası ölen her çocuk mutsuz oluyor, hiçbir şey başaramaz diyordun. Ama biliyorsun peygamberimizin neler başardığını, öyle başarılar ki 1400 yıl önce yaşamış ama onu ve yaptıklarını bütün dünya biliyor ve milyarlarca insan onu seviyor. Demiştim ya annesi babası ölen senden başkaları da var diye, sadece senin zamanını düşünme, bak çok sevdiğin peygamberinle de ortak bir yanınız varmış..
( Bu sefer bi noktadan yakalamıştı 11man, daha önceki faraza konuşmalar ve yetimhane gezisinin hiç etkisi olmamıştı. Ama bu sefer yumuşadı çocuk. Annesinin ve babasının hep anlattığı, çok sevdiği peygamberinin de kendisi gibi olduğunu hatırlamıştı; hatırlamakla kalmamış onun o halini gözüyle görmüş, onunla arasında bir bağ olduğunu hissetmişti. O kadar güzel şeyler başaran peygamberinin aslında altı yaşında anne ve babası olmayan bir çocuk olduğunu fark etti. Demek insan annesi babasını kaybetse bile, hayatta mutlu ve başarılı olabiliyormuş diye düşündü.. 11man’i de sevmişti, ondan biran önce kurtulup eve gitmeyi düşünmüyordu artık. )
11m : Şimdi de seni uzak alemlerde bir yere götüreceğim. Ama oraya direkt gidemiyoruz, hadi tutun bakalım, burdan özel bir gemiye gideceğiz.
Ç : Harika! Denizi severim ben, yaşadığım yerde deniz yok ama İstanbula gittiğimizde hep deniz kenarına gitmek isterim.
…
Ç : Aaa.. Şuradaki adama da baaak.. Saf mıdır nedir ? Gemiye bindi ama o elindeki torbaları ve sırtındaki kocaman çantayı taşımaya devam ediyor. Yere koyup rahatça seyahat etmek varken boş yere yoruluyor..
11m : Değil mi? Ne kadar da saçma yaptığı.. Acele et, bu durakta iniyoruz. Eveeeet işte burası “KARA RUHLAR DİYARI”
Ç : Neden geldik buraya? Korkunç bir yer, hem her yeri kaplayan bu duman da ne böyle, çok kötü kokuyor.
11m : Burada göstereceklerim var sana. Dediğin gibi kötü kokulu duman.. Hem de zehirli! Korkma ama öldürmez, bu duman insan aklını zehirliyor. Hadi gel burada çok duramayız, dumanın etkisinde çok kalırsak bu hiç de iyi olmaz. Biz ziyaret etmek için öte-diyarlara giden gemiye bindik de geldik. Aslında buraya herkes gelir. Bizim gibi gemiyle değil tabii. Herkesin ruhu gelir buraya. Ve buraya geldiğini de burada ne yaptığını da farketmez. Burada uzun süre kalanlar, buradan çıkmak için çabalamayanlar tamamen zehirli dumanın tesirinde kalırlar ve ruhlarının buradan çıkması neredeyse imkansız hale gelir. Ne görüyorsun ?
Ç : Her tarafta insanlar var, hepsi tamamem siyah giyinmişler hatta kadınlara bak, dudaklarına sürdükleri rujun rengi bile siyah! Çok ama çok mutsuz gürünüyorlar. Bir el bileklerine zincirle bağlı demir toplar var. Onları aşağı çekiyor. O topu çıkarıp atmaya çalışıyorlar. Çıkarıp atabilseler, yerin dibine batmayacaklar. Bunlaradakilerin herkesin ruhu olduğunu söyledin. Gelenlerin ne kadarı bu zincirli topları çıkarıp atabiliyor?
11m : Hiç biri..
Ç : Nasıl yani ? Ama; uzun süre durmazlarsa, dumandan zehirlenmezlerse buradan çıkmaya çabalarlarsa, çıkabileceklerini söylemiştin ?
11m : Evet, buradan çıkabileceklerini söyledim; ama prangalarından kurtulabileceklerini söylemedim.
Ç : Anlayamıyorum, bu pranga dediğin demir toplardan asla kurtulamıyorlarsa bunlar aşağı çekerken, bu ruhlar nasıl yukarı uçup buradan kurtulacak ki ?
11m : İnsanların olayları nasıl değerlendirdiğiyle, bakış açısıyla ilgili bir durum. Dur ya böyle anlatmayayım, en iyisi kendin gör. Al bakalım şu gaz maskesini tak, dumanı solumanı engellesin. Dön bir daha bak şimdi.
Ç : Aaaa! Aynı kişileri yine görüyorum ama bu sefer her yer simsiyah ve iç karartıcı değil. O da ne? Bu insanların eline bağlı olan şey zincirli bir demir top değil, bir balon ! Bir elleriyle balonu tutuyorlar, diğer elleriyle de ipini koparıp bu balondan kurtulmaya çalışıyorlar.
11m : Dediğim gibi bundan kurtulmak imkansız. Buraya gelen herkes önce bu balondan kurtulmaya çalışır, ama burada bekledikçe zehirli dumanın etkisinde kalırlar ve o balonlar artık onlar için bir prangaya dönüşür ve onları aşağı, dibe çeker.. Şu ilerdeki adama bak, yeni geldi, balonu elinde tutuyor ama ne yapacağını bilmiyor. Ne yapacak sence ?
Ç : Böyle beklemeye devam ederse o da diğerleri gibi dumandan zehirlenecek, onu uyarmalıyız!
11m : Dur bakalım, o seni duyamaz. Unuttun mu burası Kara Ruhlar Diyarı, yani burada gördüklerin sadece ruhlarımızın bir yansıması. Sadece gerçek dünyada yakınları tarafından hatta en önemlisi kendisi tarafından uyarılabilir. Pranga veya balon olarak gördüklerin, bizim dünyada yaşadığımız acılar, üzüntüler, kötü şeyler… Başımıza acı bir olay geldiğinde ruhumuz buraya düşer, bileğimizdekini acıyı bağlı olarak görürüz ve ne kadar denesek de asla kurtulamayız. Bu mümkün değil. Anneni kaybetmen gibi.. Bu durum bir gerçek. Bu durumdan kurtulamazsın, kurtulmaya çalışırsan, yok sayarsan, ruhun burada hapsolur ve dumanın etkisiyle sürekli dibe batarsın. Ama buraya ilk düştüğümüzde zehirlenmeden önce balona baksak, elimizden koparıp atmaya çalışmak yerine balonu tanımaya çalışsak biraz incelesek. Onu serbest bıraksak ne olur biliyor musun ? Bak bizim yeni gelen bırakmaya karar vermiş gibi görünüyor.
Ç : Vay canınaa! Şuna baak! Adam balonu serbest bıraktı. Meğerse balon helyumlu uçan balonmuş. Balonla beraber uçmaya başladı ve gözden kayboldu. Kurtuldu buradan.
11m : Evet, aynen böyle. Unutma; acı ve üzüntü istisnasız herkesin başına gelir, evrensel bir şeydir. Yapmamız gereken acıyı yok saymak, bastırmak değil. Durup düşünmek, şöyle bir dışardan izleyici olarak bakmak. O zaman bu dediklerimin ve burada gördüklerimizin farkına varabiliriz. Aksi takdirde acı buradaki prangalar gibi bizi dibe batır. Acıyı tanımaya çalışmazsak gemide gördüğün adam gibi oluruz. Yüklerini yanına koyup rahatça seyehat edeceği yerde gereksiz hamallık yapıp eziyet çekiyordu. Yükleri yüzünden, gemi yolculuğunun hiçbir zevkine varamadı, etraftaki güzellikleri hiç göremedi. Hayatımızı da bir gemiye benzetebilirsin. Evet acılarımızın tamamen yok olması mümkün değil. Ama onu her an sırtımızda yük olarak taşımaya gerek yok. Acıyı öcü gibi karşımızda düşman olarak görmek yerine, herkesin başına gelebilecek bir şey olarak kabullenmeliyiz. Acıya rağmen değil; acıyla beraber bu hayatı sürdüreceğiz. O zaman bu acının hayatımızdaki tek şey olmadığını, hayatımızda daha bir çok güzellikler olduğunu fark edebiliriz..
( Eve dönerler )
11m : Şimdi benim gitmem gerekiyor.
Ç : Gitmesen olmaz mı ? Bi daha ne zaman geleceksin ?
11m : Ne zaman istersen gelirim, istediğin zaman beni çağırabilirsin. Ç : Gerçekten mi ? Nasıl ?
11m : Korktuğun, üzüldüğün, sinirlendiğin, acı çektiğin zaman gözlerini kapat. Derin nefes alıp vererek on bire kadar say. Hoop ben ordayım.. Artık korkmana gerek yok çocuk. Artık yanında ben varım. Senin süper kahramanınım.. Görüşürüüüz..
Çocuk : Görüşürüz onbir-meeeeeeeen
Danışanın izni ile yayımlanmıştır.
Bir yanıt yazın