AYAĞIMIN ALTI …YER/YERYÜZÜ
Deprem bizim ülkemizin bir gerçeği olmakla beraber her defasında büyük bir şokla karşılık veriyoruz yaşadıklarımıza. Yerin sarsılması, doğduğumuz andan itibaren en güvenli yeri olarak bildiğimiz yerin ayaklarımızın altından kayıp gitmesini elbette sakince karşılamamız mümkün değil.
Sevgili Ümran Korkmazlar hocamızı hatırlatıyor bana depremler, deprem mağduru çocuklarla EMDR (Travmada çalıştığımız bir terapi yöntemi) çalışırken çalışmaya ara verdiği zamanlarda ‘hadi şimdi birlikte kahvaltı yapacağız, kekimizi çayımızı içeceğiz ’ dediği anlar geliyor her deprem sonrası aklıma. Şimdi normal olana dönmek gerek. Deprem sonrası normal hayata ne kadar kısa sürede dönebilirsek sonrasında travmayı atlatma konusunda daha dayanıklı olabiliyoruz. Aynı zamanda dayanışma, birlikte olduğumuz duygusunu hissetmek de hepimize ve çok iyi gelir. İzmir de herkes birbirine yardım etmenin çabası içinde. Bu kadar kötü şeyler yaşanırken, insanın insana dokunuşu, insan sıcağı ayakta tutuyor hepimizi.
Bir yandan da yaşamın kutsallığı ve saflığını biraz daha fazla hissedebilmek için olmalı ki, göçük altından saatler sonra kurtarılabilen ‘tatlı küçük kız fotoğraflarını ’ paylaşıyoruz. Büyük olasılıkla biraz önce sözünü ettiğim refleks ile paylaşıyoruz ama bu çocukların yıllar sonra bu fotoğrafları tekrar gördüklerinde neler hissedebileceklerini öngöremiyor olmalıyız.
Çocuklar, yaşam ve mekân kaybı gibi olaylara anlam vermekte, yetişkinlerden daha fazla zorlanırlar. Duygularını anlatmakta ise deneyimsizdirler. Çocuklarda, depreme bağlı psikolojik sıkıntılarla ilgili olarak dikkat edilmesi gereken birçok bulgu vardır. Bunlar arasında, huzursuz ve ajite davranışlar, öfke nöbetleri, uyku sorunları, korkunç rüyalar görme ve ağlayarak uyanma, kaybettiği kişinin hayaletini gördüğünü söyleme, arkadaşlarıyla beraber olma ve oyun isteğinin azalması, bebeksi davranışlar, dikkat bozukluğu, büyüklere aşırı bağımlılık geliştirme, yatak ıslatma, tanısı konulamayan ağrılardan yakınma, kusma, okul başarısında düşme sayılabilir. Bu bulguları tanıyıp, ilgili bir yaklaşımla çocuğa yardımcı olunabilir. Çocuğa özel zaman yaratıp onunla konuşmak, güven vermek, ortak aktiviteler düzenlemek, günlük yaşamda sorumluluk almasına destek olmak, gereğinden fazla sorumluluk yüklememek, sorunun daha kısa sürede çözümüne katkıda bulunacaktır. İki haftayı geçen ve şiddetli bir tablo halinde devam eden durumlarda, profesyonel destek sağlamak büyük önem taşır.
Deprem gibi ağır bir travmanın yarattığı psikolojik etkiler, tamamen ortadan kalkmayabilir. İyileşme belirtileri, olaya daha az şiddetle duygusal tepki verme ve sorunlara çözüm geliştirme becerisinin artışı biçiminde gözlemlenebilir.
Depremin hemen sonrasında yapılacak psikolojik yardımda kişiye, yaşadıklarını ve duygularını rahatça belirtme olanağı vermek, zihinsel ve bedensel rahatlama ve dinlenmeye olanak sağlamak, ulaşabildiği yakınlarının yardımını istemesi için cesaretlendirmek, travmanın yaratabileceği duygusal sorunlar konusunda aydınlatıcı bilgiler sunmak önemlidir. Deprem sürecini yaşayan kişi, konuşmak istemediği takdirde, buna zorlanmamalıdır. Kendisinin arzu ettiği bir zamanda duygu ve deneyimini paylaşabileceğini bildirmek, kişinin rahatlamasını sağlayacaktır. Konuşulduğunda, kişinin yaşadıklarını önemsizleştiren, deneyimini anlatmasına ve yaşamasına izin vermeyen, duyguları bastırmaya teşvik eden yorumlardan kaçınılmalıdır. Travma, kişinin yaşamını yeniden düzenleme konusundaki motivasyonunu kırmış olsa da, çaba sarf etmenin öneminin kavranması, psikolojik iyileşme açısından çok önemlidir. Kişi, iyileşmeye, çok zor bir yaşam sürecinden geçtiği gerçeğini kabul ederek başlamalıdır. Deprem sonrası keder ve matem kaçınılmaz olabilir. Fakat her travmatik olay gibi, yaşanan yeni sürecin de bir süre sonra giderek etkisini kaybetmeye başlayacağı gerçeği olabildiğince göz önünde tutulmalıdır
Bunun yanı sıra haber kanallarında ilk günlerde yaşananların da etkisi ile oldukça telaşlı ve kaygılı sesler yükseldi ve yükselmekte. Depremi doğrudan yaşayanlar doğal olarak bir çok şeyin içindeyken kitle iletişim araçları ile de ikincil olarak bu sonuçlardan etkilenmekteler. Bu durumda özellikle, yaşlılar ve çocuklar üzerinde olumsuz etki yapmakta. Bir taraftan bir Pandeminin içindeyken bir de depremin gelmesi doğal olarak çok daha yorucu olmakta. Bu nedenle sosyal medyanın da kitle iletişim araçlarının da daha hassas olması gerektiği, kullanılan dilin ve yapılan felaketleştirmelerin kontrol altında olması gerektiği düşüncesindeyim.
Deprem sonrası psikolojik reaksiyonlar arasında konfüzyon, korku, keder, suçluluk ve öfke gibi güçlü zihinsel ve duygusal durumlara rastlanabilir. Uyku ve odaklanma sorunları ortaya çıkabilir. Yaşananlar zihinde sürekli canlanabilir. İnsanların büyük çoğunluğu, deprem deneyiminden önce çok sarsıcı bir travmayla karşılaşmamış oldukları için, dünyayı güvenli bir yer olarak kabul eder ve yakınlarındaki insanların birdenbire ölebileceği düşüncesini taşımazlar. Bu güven ve inanç, ömür boyunca yavaş yavaş inşa edildiğinden, ortaya çıkan ani değişime aynı hızla uyum gösterebilmek insan psikolojisi için çok zordur. Yaşamın paylaşıldığı insanlara ya da olgulara dair geçmişteki anılarla, depremin yarattığı, kayba dayalı yeni gerçeklik, bilinçte birbiriyle çelişen farklı duygu durumları yaratır. Her koşulda yapılması gereken, ilk yaraların sarılmasından sonra, yaşanan trajedinin kabullenilmesi, yaşamın yeniden anlamlandırılması ve kalınan yerden yaşamsal sorumluluklara devam edilebilmesidir.
Deprem Travmasına Yaklaşım İnsanların travmayla başa çıkmalarına yardımcı olacak standart bir yöntem yoktur. Depremin hemen sonrasında yapılacak psikolojik yardımda kişiye, yaşadıklarını ve duygularını rahatça belirtme olanağı vermek, zihinsel ve bedensel rahatlama ve dinlenmeye olanak sağlamak, ulaşabildiği yakınlarının yardımını istemesi için cesaretlendirmek, travmanın yaratabileceği duygusal sorunlar konusunda aydınlatıcı bilgiler sunmak önemlidir. Deprem sürecini yaşayan kişi, konuşmak istemediği takdirde, buna zorlanmamalıdır. Kendisinin arzu ettiği bir zamanda duygu ve deneyimini paylaşabileceğini bildirmek, kişinin rahatlamasını sağlayacaktır. Konuşulduğunda, kişinin yaşadıklarını önemsizleştiren, deneyimini anlatmasına ve yaşamasına izin vermeyen, duyguları bastırmaya teşvik eden yorumlardan kaçınılmalıdır. Travma, kişinin yaşamını yeniden düzenleme konusundaki motivasyonunu kırmış olsa da, çaba sarf etmenin öneminin kavranması, psikolojik iyileşme açısından çok önemlidir, küçük olumlulukların bile farkına varmak, iç dünyayı güvenilir insanlarla paylaşabilmek, sorunlarla ilgili akılcı bilgi kaynaklarına ulaşmak, iyileşme sürecini kolaylaştıran tedavi yöntemidir kereden sonra giderek bu duygunun aşılmasını sağlayacaktır.
Hepimiz korktuk; korku normal ve sağlıklı bir duygudur bizi gelecek tehlikelerden korur, önlem almamızı sağlar. Korku duyduğumuzda ilkel beyin aktiftir ve korteks yani muhakeme yeteneğimiz devre dışı kalır, beden savaş ya da kaç tepkisini verir. İşte tam da burada kek yemek, çay içmek ya da sıcak ve makul bir ses duymak iyi gelir. Bir travmanın içindeyken ne yaşadığımızı tanımlamak zordur, işte burada ‘insan sıcağı’ iyi gelir. Dayanışma, yalnız olmadığımız duygusu iyi gelir. Her koşulda yapılması gereken, ilk yaraların sarılmasından sonra, yaşanan trajedinin kabullenilmesi, yaşamın yeniden anlamlandırılması ve kalınan yerden yaşamsal sorumluluklara devam edilebilmesidir. Travma, yaşanan şeyin yorumlanamaması demektir, yorumlayabildiğimizde yani anlamlandırabildiğimizde artık travma olmaktan çıkar.
Bir de öncesinde daha akılcı olmak gerek sanırım, yaşayacağımız binaları seçerken ve de kime güvenebileceğimizi seçerken elbette..
Saime Çağlı
Uzm Psikolog-Psikoterapist
Kaynak; Şafak Nakajima, Okmeydanı Tıp Dergisi 28(Ek sayı 2):150-155, 2012 doi:10.5222/otd.supp2.2012.150
Bir yanıt yazın