İnsanı anlamaya çalışmak yüzyıllardır en büyük felsefi sorunlardan biri olarak karşımıza çıkar. Psikoloji bilimi insan ruhunu anlamlandırmaya çalışsa da bu kadar kompleks bir canlıyı tam olarak anlayabilmek her zaman merak konusu olmuştur. İnsan ruhunu anlamak konusunda Carl Jung oldukça emek sarf etmiş bir bilim insanıdır. Jung kişisel bilinçdışı, kolektif bilinçdışı, arketipler gibi terimleri psikoloji literatürüne kazandırarak psikoloji bilimine önemli katkılar sağlamıştır. Bu yazıda Jung’un öne sürdüğü iki temel kavramdan söz edeceğiz. Gölge ve Persona.
Gölge; kötülük kavramına yapılmış atıftır Jung’ a göre.İnsan özünde ‘ Tamamen kötü müdür ?’ Ya da ‘Tamamen iyi olabilir mi?
Jung’a göre her insanın karanlık bir tarafı vardır ve Jung, insanın içindeki bu karanlık tarafa ‘’Gölge’’ der. Gölge, kötülüğe eğilimli olan tarafımızdır. Toplum tarafından günah diye nitelendirilecek arzuların, bastırılmış isteklerin hepsidir. Gölge ilkel ve denetimsizdir. Gölge arketipini insanın hayvanî yönü olarak değerlendirebiliriz. Bir insanın saf bir şekilde iyi olabilmesi ve gölgesinden kaçabilmesi mümkün değildir. Her insan bir gölge taşıyor ve bu gölge bireyin bilinçli yaşamında ne kadar az somutlaşıyorsa, o kadar karanlık ve yoğun oluyor. Hatta Jung bir insanın gerçekten iyi olabilmesi için kötülük potansiyelinin de farkında olması gerektiğini belirtir.‘’Kökleri cehenneme kadar uzanmayan bir ağacın, dalları cennete yükselemez’’ der Jung.
İçinde hiçbir kötülük barınmadığını düşündüğümüz ‘iyi’ diye tanımladığımız insanlar bile hayal kırıklığı yaratabilir. Bu durumu ünlü sosyal psikolog Stanley Milgram’ ın , sıradan bir insanın sadece bir deney bilimcisinden aldığı emirle başka bir insana ne kadar acı çektireceğini ölçmeyi hedeflemiş bir deneyde görebiliriz.Milgram deney grubuna düzeyi gittikçe yükselen elektrik vermelerini istediğinde buna itaat edilmesini katılan deneklerin güçlü vicdani duyguları ile kurbanların acı dolu çığlıklarının eşliğinde otoritenin kazanmasını şaşkınlıkla izlemiş ve yetişkin insanların, bir otorite doğrultusunda her şeyi göze almakta gösterdikleri aşırı istekliliği dikkat çekici bulmuştur.
Sadece görevlerini yapan, kendi başlarına vahşi işlere kalkışmayan sıradan insanlar, korkunç bir yok etme işleminin bir parçası olabilmekteler. Ek olarak, yaptıkları işin yıkıcı sonuçlarını apaçık görmelerine rağmen, temel ahlaki değerleriyle çelişen bu görevlerde pek az kişinin otoriteyi reddetme potansiyeli olduğu görülmüştür.
Bu duruma benzer bir örnek de; Christopher R. Browning’in yazdığı Sıradan İnsanlar adlı kitabında geçen olaydır. Kendisi bu kitapta, Nazilerin Yahudi katliamında görev alan meşhur 101 numaralı birliği anlatır. Bu birliğin bu kadar özel olmasının nedeni, diğer birliklerden tamamen farklı arka planlardan gelen insanları içermesidir. Bu birlik; orta yaşlı, askerlik için elverişsiz ve hatta Nazi ideolojisine bile yakınlık göstermeyen insanlardan oluşmaktadır. Bu birlik, ne diğer birlikler gibi genç yaşta Nazi ideolojisi ile zihinlerini yıkatmıştır ne de bu tarz bir katliamda daha önce rol almıştır. Fakat bu sıradan gözüken adamlar bile gerekli şartlar sağlandığında Yahudileri vahşice katletmekten çekinmemiştir. Hatta bu birliğin kumandanı bir yerden sonra bu kişilere isterlerse evlerine dönebileceğini söyler. Bu teklifi reddeder ve yaptıkları eylemlere devam ederler. Gölge her insanda bulunur ve işlevini uygun bulduğu zamanda yerine getirir.
Jung’ a göre, göre ‘’Kişi ışık figürlerini hayal ederek değil, karanlığı bilinçlendirerek aydınlanır.’’ Peki ya gölgeyi hiç bilinçlendirmezsek sürekli bir maske takarsak, ait olmadığımız bir role bürünürsek ne olur ? Burada Persona kavramı ortaya çıkıyor.
PERSONA
Jung’un Persona tanımı; bir insanın başkaları ile birlikteyken takındığı maske veya büründüğü rol anlamına gelmektedir. Persona her insanın sahip olduğu bir şeydir. Bir sosyal ortama girdiğimiz zaman, asıl olduğumuz kişiden farklı bir role bürünüyoruz. Okulda veya işyerimizde olduğumuz kişiyle, eve döndüğümüz kişi arasında fark vardır. Persona, her ne kadar sahte ve samimi olmayan bir davranış gibi gözükse de bir açıdan sosyal çevrelerde kabul görmek için insana gereken bir şeydir. Sorun Personanın süreklilik oluşturmasıdır. Bu durumu anlamak için Gölge ve Persona kavramlarının birbiri ile ilişkisine bakmak gerekir.
Gölge ve Personayı birbirinden zıt iki kavram olarak ele alabiliriz. Gölge, insanın derinlere gizlediği tarafı iken, Persona, insanın yüzeye çıkardığı, çevresine gösterdiği tarafıdır. Birbirinden zıt görünen bu iki kavramın ortak yanları ise, ikisi de aşırı olduğunda kimliği ele geçirmesidir.. Bir süre sonra gölgenin sizi ele geçirdiğini fark da etmeyebilirsiniz. Personada ise, bu maskeyi gereğinden uzun bir süre takıp, o maskeye dönüşmek şeklinde ortaya çıkar. Tehlike ise, insanların personalarıyla özdeşleşmesidir. Bir sanatçı eseriyle, müzisyen sesiyle özdeşleşiyorsa eğer, insanların ne düşündüğüne önem veren, narsist, sığ, kırılgan ya da fazla uyumlu bir kişilik yapısı ortaya çıkabilir.
Jung personayı şöyle tanımlar: ‘Persona bir yandan başkaları üzerinde belli bir izlenim bırakmak ve diğer yandan bireyin gerçek doğasını gizlemek için tasarlanmıştır.’ Bireyin gerçek doğasını gizlemek, personanın diğer bir tehlikeli tarafıdır. Persona yalnızca sosyal ortamlara uyum sağlamak için değil, diğerlerini manüple etmek için de kullanılabilmektedir. Bu konuya örnek narsist kişileri verebiliriz.Narsist kişiler diğerlerini manüple ederek istediklerini elde ederler ve karşılarındaki kişiler bu durumun farkına vardığında ise artık çok geç kalınmış olunur.
Bununla beraber, hayatın tümünü bir persona sahibi olmadan geçirmek mümkün değildir. Ancak her insan hayatının bir bölümünde persona sahibi olmadan yaşamayı başarabilmiştir. Bu dönem çocukluk dönemimizdir. Bir çocuk büyüyene dek bir persona sahibi değildir. Çevresi ile iletişiminde bir maske takmak zorunda hissetmez. Çocuklarda sosyal çevre ve imaj algısı tam olarak oluşmadığından insanlar tarafından nasıl göründüklerine, sözleriyle karşı tarafı incitip incitmediklerine farkında değillerdir. Neden çocukluğumuza bu kadar çok özlem duyduğumuzun açılımı burada gizlidir belki de. Büyümek bir kayıp mıdır her zaman? Şimdilik bu soru başka bir yazının konusu olsun..
Bir yanıt yazın