Kollektif bilinçdışı
Jung’ un ortaya attığı bir terim olan kolektif bilinçdışı, kabaca bilinçdışımızda atalarımızdan kalma tasarım ve imgelerdir. Coğrafya ve kültürden bağımsız olarak insan ihtiyaç, arzu ve korkuları insanın varoluşundan beri binlerce yıldır birtakım ortak noktalar taşır. Dolayısıyla insanın bilinçdışı sadece kişisel deneyimleri ile değil, insanlığın ortak mirası olan bu kolektif bilinçdışı tarafından da etkilenir.
Arketipler ve anima
Kollektif bilinçdışı, birtakım arketipler yani bir nevi modeller aracılığıyla rüyalarda kendini görünür kılar. Tabii bu arketiplerin karşımıza çıktığı tek yer rüyalar değildir; dinler, mitler ve edebiyat bu arketiplerin sayısız varyasyonları ile doludur. Bu arketiplerden biri olan anima, Fellini filmografisinde önemli bir yer tutar ve Kadınlar Kenti bu açıdan Jungyen bir okumaya oldukça müsaittir. Anima erkeğin bilinçdışında ki dişil unsurdur. Erkek için animanın kabulü neredeyse değişmez bir surette zordur. Anima tarafından kabul edilmek, onun yanıltma kapasitesi ile yarattığı yansımalar mutluluk üretemediğinde acı dolu aldatılmaya ve hayal kırıklığına boyun eğmek demektir. Jung anima’ya kimi zaman ‘yaşam arketipi’ demişti ve erkeği, ona yeterince yaşam enerjisi aşılanana dek yaşamın ellerinde acı çekmeye mecbur görmüştü.
Erkeğin içindeki animaların gelişim aşamaları, onun bireysel olgunlaşma sürecine paralel bir biçimde birtakım gelişim aşamalarından geçerek değişir. Jung bu gelişim aşamalarını dört temel tarihsel figür üzerinden açıklamaya çalışmıştır.
1.Aşama: Havva (Eve), ruh imgesinin ilk taşıyıcısı, erkeğin beslenme ve güvenlik sağlayıcısı, sevgi dolu kadın imgesidir. Bu tip bir anima’lı adam, bir kadınla hayati bir bağı olmadan var olamaz ve onun tarafından kontrol edilmesi ve ayartılması kolay bir avdır. Yunan mitolojisindeki sirenler bir erkeğin ölümüne bile yol açabilecek bu anima’nın tehlikeli yönünü anlatır. Hayatın ilk aşaması erkek için bu anima’dan kurtulma savaşıdır.
2.Aşama:Troya’lı Helen, romantik, estetik, arzulanan kadın imgesidir. Duygusal, çocuksu, gaddar ve tehditkardır.
3.Aşama:Meryem ana (Virgin Mary), manevi bağımsızlığı olan, biyolojik, duygusal, entelektüel kapsamın dışında kalan bir sevgiyi temsi eder. Bu türden bir anima’sı olan erkek, bir kadını olduğu gibi görebilir. Cinsiyeti hayatına entegre edilmiştir ve onu yönlendiren özerk bir işlev değildir. Sevgi ve şehvet arasında ayırım yapabilir.
4.Aşama: Sophia (bilgelik), erkeğin büyük anlam arayışının arkasında yatar ve bilincine aracılık ederek iç yaşam için bir rehber görevi görür. Bütün bu aşamalar erkek için tuzaklarla doludur ve Jung ‘modern insanın psişik gelişiminde son aşamaya nadiren ulaşıldı’ yorumunu yapmıştır. Fakat tüm zorluklara rağmen bir erkek yine Jung’ un ifadesi ile kendi anima –yansıtmasıyla kendine bir femme inspiratrice (ilham verici kadın) yaratabilir.
Kadınlar Kenti erkeğin dişil evrene ve bilinçdışına yaptığı bir yolculuk temasını işler. Bu yolculuğu anlatmak için yönetmen, Dante’den Boccacchio ve Pasolini’ye değin İtalyan edebiyatı ve sinemasında önemli bir yeri olan rüya sekansını kullanır. Psikanalitik ve erotik bir söylemin kullanıldığı film, erkeğin saplantılarını ve korkularını resmederken başvurduğu Jungyen sembolleriyle tam bir arketiplerin geçit törenine dönüşür ve özellikle filmin sonlarına doğru bu geçit iyice bir karnaval havasına dönüşerek tipik bir Fellini finali yapar.
Sonuç olarak Kadınlar Kenti’nin ana karakteri Snaporaz’ın rüyasındaki kadınlar, onun kendi bilinçdışı ve imgeleminin ürünüdür. Film, gerçek kadınları değil, erkeğin fantezisindeki kadınları resmetmektedir. Jung’a göre erkeğin bilinçdışındaki diğer cins yani kadın karakteristiklerinin bir projeksiyonu olan anima, film boyunca çeşitli figürlerle karşımız çıkar durur ve kahramanımızın yegane arayışıdır. Bu yüzden rüyalardaki kadınlar, aslında bir bakıma gerçek kadının çarpıtılmış ve eksik yansımalarıdır. Her nekadar feministler Fellini’yi kadınları anlamamakla eleştirmiş olsalar da aslında bilakis Fellini de sinemasında tam olarak bunu anlatmaya çalışmıştı; erkeklerin kadınları anlamadıklarını ve onları kendi fantezi dünyalarında yarattıkları kadınlar olarak görmek istedikleri gerçeğini .Bu açıdan Fellini’nin kadınların özgürleşmesini engellemekten ziyade bu özgürleşmeye katkı sağladığı söylenebilir.
Alıntı: Didem Gamze Dinç
Psikesinema (Mart-Nisan 2018)
Bir yanıt yazın